Bugünlerde bir devrimci doktorun anıları Dr.Mehmet Fuat Umay (günümüz türkçesine çeviren Cahit Kayra-İş Bankası yayınları) isimli kitabı okudum..Osmanlı'nın çöküş evresinde dünyaya gelen ve tüm hayatı vatanını kurtarma çabası içinde geçen bir neslin tipik bir örneği doktor Mehmet Fuat..öğrencilik döneminde ve doktor olduktan sonra ittihat terakki cemiyetine girmiş, hep mücadeleler içinde olmuş,cephelerde bulunmuş,istiklal harbine katılmış, hatta bir ara sağlık bakanlığı yapmış, o zamanın çocuk esirgeme kurumu olan Himaye-i etfal cemiyetinde çalışmış, istiklal harbi bittiğinde şehitlerden geriye kalan yüzbinlerce yetim çocuk için bir şeyler yapmak için çırpınmış bir vatansever..savaş bittikten sonra o zamanın en zengin ülkesi olan Amerika Birleşik Devletleri'ne bir ziyaret planlamış ve yönetimin de desteğini alarak 1923'lerde üç ay kadar süren bir Amerika seyahati yapmış..bu kitap orada gördüklerinden ve yaptığı çalışmalardan bahseden notlardan oluşturulmuş..
Benim ilgimi çeken şeyler; aradan yaklaşık yüz yıl geçtikten sonra bile dikkati çeken görüş ve yaşayış farkları..başında beyaz kalpağı ve düzgün giyimiyle gittiği her yerde Amerikalıların ilgisini çeken doktorun gözlemleri..Fransanın bir limanından o zamanın en modern bir gemisine bindikten sonra sanki apayrı bir dünyaya geçmiş..Amerikadaki zengin, modern yaşamdan, sosyal hayatın farklılığından,toplumda kadının ve çocukların yerinden bahseden gözlemleri çok ilginç geldi bana..kısaca bizim ülkemizin şimdiki seviyesinden bile çok ileride bir sosyal hayat seviyesi..kadınlar evlerinin tartışmasız hakimi, toplumda da erkek egemenliği ile savaşıyor, çoğu yerde önüne geçmiş, çocuklar ise birer sultan değerinde..yardımlaşma derneklerinde kadınlar çok aktif, zengin insanlar gösteriş yapmak yerine sosyal programlar ve fakirlere yardım etmekte yarış halinde..
Doktorun asıl amacı olan ülkedeki yetimlere maddi yardım toplamak ve bunun için Amerikaya göç etmiş Türk ve diğer müslüman gruplara, oradaki bir avuç okumuş yazmış ve bir yerlere gelebilmiş türkler aracılığı ile ulaşıp, onlara durumu anlatıp aydınlatmak..burada dikkatimi çeken şey de Osmanlının eskiden tebaası durumunda olan Kürt, Arap, Arnavut, Suriyeli, Yemenli ve Boşnakların artık ülkeleri ayrılsa bile kendilerini Türklere yardım etmeye mecbur hissetmeleri ve ellerinde avuçlarında ne kadar para varsa gözlerini kırpmadan yarışırcasına vermeleri oldu..Amerikada çoğunlukta olan Rum ve Ermeni göçmenlerin savaş sırasındaki alay ve düşmanlıklarına ses çıkaramayan fakat kurtuluş savaşı kazanılınca çok büyük bir moral kazanan bu insanların, başında kalpağı ile gezen bu insana adeta taparcasına sahip çıkmaları çok duygulandırıcı geldi..ülkesine oldukça büyük bir yardım parasıyla dönen doktor bu paralarla ülkede ilk çocuk saraylarını, bakım evlerini, çocuk hastanesi ve çocuk yuvalarını, iki okul ve hemşire okulunu yaptırmıştır..1950 yılına kadar milletvekili olan Mehmet Fuat Umay 23 Nisanın Çocuk bayramı olmasını sağlayan kişidir..ayrıca çocuklar ve kadınlarla ilgili birçok kanun ve düzenlemelerde ve başka bir çok konu yanında harika çocuk yasasının da çıkarılarak Suna Kan ve İdil Biret ve daha nice yetenekli çocuğun devlet tarafından ileri eğitimi için yurt dışı dahil desteklenmesini sağlayan kişilerin başında gelmektedir..
Uzunca olan bu giriş, bu değerli hekim ve yurtsever insanımızı anlatmaya yetmez ama bir fikir edinmek için bunları yazdım..kendisine Allahtan rahmetler diliyorum ve böyle insanlar sayesinde ülkemizin o şartlarda neler yapabildiğinin bilinmesi açısından hep saygıyla anılmasını diliyorum..
Öğrenmenin yaşı yoktur derler, ben de bu yaşımda öğrenen bir dedeyim..bu kitaptan neler öğrendiğime gelince; bundan yüz yıl önce Amerikada kadının ve özellikle çocukların durumu ve çocuklar için neler yapıldığı, bir de bizlerin şu günlerde neler yaptığımız..o zamanlar çocuklar orada geleceğin en büyük yatırımı olarak görülüyor, eller üstünde tutuluyor, bir dedikleri iki edilmiyor..sosyologlar psikologlar, çocuk mahkemeleri bakımevleri herşey çocukların korunması ve geliştirilmeleri için..bizde ne yazık ki çocuğun hala değeri yok..eğitimi diye bir mesele yok..sadece iyi okullara göndermek, istediği oyuncağı almak, güzel giydirmek durumu iyi olanların bile yapmakla her şeyi yerine getirdiğini düşünmesine yetiyor..yurt dışında yaşayan kızım sağolsun bizlere iki tane pırlanta hediye etti..ben torunlarım olduktan sonra anladım çocuğun ne olduğunu..meğer ne kadar az şey yapmışım kendi çocuğumu büyütürken..iyi bir beslenme ve giyinme, iyi oyuncaklar, ilgisini çeken şeylerin temini, mümkünse en iyi okula gönderme dışında daha ne yapılabilir diye düşünmüşüm..toplumun her kesimi de mutlaka böyle düşünüyordu..sanırım hala da bu düşünce geçerli..ta yüz yıl önce amerikada çocuğun sağlam beden ve karakterle yetişmesi için yapılanları okuyunca kendimden ve ülkemden utandım..doktor Mehmet Fuat gözlemlerini anlatmış,ülkemiz için bir şeyler yapmak ve hizmet etmek için elinden geleni yapmış ama ortam ancak bu kadarına yetmiş..ne ekersen onu biçersin derler biz de ektiğimizi biçiyoruz..sağlık ve eğitime cumhuriyetin ilk yıllarında verilen önem devam etseymiş bu seviyede kalır mıydık acaba..kesinlikle hayır..ama niçin böyle oldu, onu araştırmak ve bulmak gereğini yapmak hepimizin öncelikli görevi olmalı..
Bir de işin şu yönü var; Amerikada boşanma oranı o zaman da yüksekmiş, birçok çocuk devlet tarafından sahiplenilip çok iyi şartlarda ama anne baba sevgisi görmeden büyütülmüş..Avrupada da sanırım buna benziyor durum..sonuçta sağlıklı bedenli, oldukça iyi eğitimli fakat benmerkezci insanlar..vermekten çok almaya alışmış, kendi parmağı acıyınca yaygarayı koparan ama yoksul,zayıf insanlar ölüp giderken bir şey hissetmeyen insanlar ve toplumlar..yakarsa dünyayı mazlumun ahı yakar diyen Müslüm Gürses haksız mı..yine iş döndü dolaştı batı doğu farkına geldi..tabi benim bu yazdıklarım işin ekstrem yönleri..ne batılı insan o kadar bencil ne doğulu insan o kadar hassas ve anlayışlı..bir çok yardımlaşma kurumu yine batı kökenli ama ah o politika ve çıkar hırsı yok mu...
Biz yine gelelim öğrenen dedeye..torunlar memleketlerinde farklı davranışlarla, buraya gelince de daha farklı uygulamalarla karşılaşınca bir süre bocalıyorlar..biz elimizden geldiğince onları hoş tutmaya, kısa zaman içinde güldürüp eğlendirmeye çalışırken iş şirazesinden çıkmaya ve annenin babanın koyduğu kurallar gevşetilmeye esnetilmeye başlıyor..çok iyi bir gözlemci olan çocuk kafası hemen olayı kendi istediği gibi yönlendirmeye meylediyor..bu defa çatışmalar başlıyor ister istemez..burada İngilizler için söylenen şu hikaye aklıma geldi..malum İngilizler soğuk ve ciddi insanlar olarak bilinirler..bir İngiliz ailesi iki çocuğu ve iki köpeği ile yurt dışında bir tatil yerindeymiş..köpekleri neşe içinde koşuyor aklına geldiği gibi oynuyorlar, çocukları ise son derece ciddiyet içinde anne babalarıyla sizli, efendimli konuşuyor adeta bir diplomat gibi hareket ediyorlarmış..durumu gören yerli insanlar niçin siz İngilizler köpeklerinizi şımartıyor da çocuklarınıza son derece sert davranıyorsunuz diye sorduklarında aldıkları cevap, onlar köpek bunlar ise gelecekte bizim yerimize geçecek insanlardır o yüzden cevabını almışlar..bu cevabı anlayan insan bile azdır bence..bu kadar ciddiyet bence de gereksiz..sonra seri katiller niçin batı ülkelerinden çıkıyor da bizde anlık cinayetler dışında tasarlayarak adam öldüren insan çıkmıyor diye soran üstat Çetin Altan gibi işin derinine inmek durumunda kalırız..ustanın bir sözü daha aradaki farkı güzel anlatırdı; batıda düello geleneği vardır bizde ise tuzağa düşürmek geleneği vardır derdi rahmetli..ying ile yang her zaman olacak sanırım, her ne kadar küreselleşsek,sosyal medya vs. olsa da..çocuk eğitimi de zamana göre değişen modalar gibi..İngilizleri bile o kadar ciddi ve sert olanı kalmadı pek..bizde de eskiden babalar çocuklarını kucaklarına bile alıp sev(e)mezlermiş..şimdi ise çocuklar çok rahat, hatta bazı ailelerde reis çocuk..o ne derse o oluyor..nereden nereye..
Öğrenen dedeye gelince..tekrar gelseler de öğrenmeye devam etsem diye bekliyor...
0 Yorumlar