Onu tanıdığımda, yaşamının olgunluk yılları arifesine gelmişti..ailesi ve çevresinde oldukça saygın bir konumu, iş çevresinde ve arkadaşları arasında iyi kabul görmüş bir statüsü vardı..her şeyi ciddiyetle ele alıp, fikirlerini çeşitli yollardan örneklerle destekleyerek açıklaması, hatta biraz dikte eder gibi, ders verir gibi konuşması karşısındakileri pek rahatsız etmiyordu..ne de olsa üniversitede temel bilimlerde, sözü geçer ve kıymet verilir bir fakültede, iyi bir gelecek vaat eden bir konumdaydı, zekası dinleyenleri tarafından hemen fark ediliyordu..her şeyin en doğrusunu o bilir deniyordu..üstelik maddiyata düşkün olmayışı, oldukça cömert ve gözü tok davranışları saygı uyandırıyordu çevresinde..
Ankara'da orta halli bir ailenin son çocuğu olarak doğmuş olması, onun her dediği yapılan, kollanan ve iyi bir gelecek vaat edeceği hissedilen veliaht olarak değerlendirilmesinde büyük rol oynamıştı..annesinin en çok sevdiği oğluydu, onun gözünde, bir prensten çok genç bir kraldı..belki de bu sebepten olsa gerek, her isteğinin yerine getirilmesine alışmış, o da kendisinden gelecekte beklenenleri karşılayacağını gösteren bir gelişme göstermişti..okullarını hep birincilikle bitirmiş, her şeyi tertipli ve muntazam, odası her zaman düzenli ve her şeyi adeta bir plan içinde yürüyordu..dışarıdan objektif bir görüşle bakanların ilk görüşte tam bir narsist kişilik olarak değerlendireceği bir tutum ve davranışa sahipti..tahsil hayatındaki başarıları bazı huysuzluklarının anlayışla karşılanmasını sağlıyordu, ama bu hoşgörünün ailesi dışında da böyle süreceği şüpheliydi tabii ki..
Lise ve üniversite yılları bitip çok sevdiği kimya fakültesinde asistan olduğunda her şey yolunda ve istediği gibi gidiyordu..hele bir de Fransa'da doktora bursu kazanması kaymaklı kadayıf olmuştu..
Ta lisedeyken göz koyduğu komşu ailenin güzel kızını isteyebilirdi artık..zaten o da o günlerde liseyi bitirmişti ve Üniversiteye yeni başlamıştı.. ama ona hayallerini anlatıp Fransa'daki güzel günleri ve parlak bir geleceği vaat etmesi, sevgilisini de adeta sarhoş etmiş ve evlenip birlikte yurt dışına gitmeye karar vermekte hiç zorlanmamışlardı .. kızın ailesini ikna etmek zor olmuştu, babası bu kendine aşırı güvenli genci, bir baba kıskançlığıyla da olsa gerek biraz fazla atak bulmuş, evlenmeden önce kızının yüksek tahsilini bitirmesi gerektiğini söylemişti ..fakat kızının kararını çoktan verdiğini görünce de artık yapacak başka bir şey kalmadığı kanısına varmış, istemeye istemeye razı olmuştu çabucak nişan ve evliliğin gerçekleşmesine..
Avrupada geçen zor günler, yabancı dil bilmeyen, ama hırsı ve çalışkanlığı sayesinde hem bu sorunların hem de doktoranın zamanında bitirilmesiyle ve ülkesine gelecek vaat eden bir bilim adamı olarak dönmesiyle sona ermiş gibi görünüyordu..ama ne yazık ki ülkede böyle insanların değerini bilecek bir ortam yoktu o zaman da, kendisini el üstünde tutacak bir devlet beklerken, yabancı dili iyi bildiği için ona Erzurum'da bir lise öğretmenliği teklif eden milli eğitim bakanlığı, verdiği bursu bu şekilde geri almayı düşünebilmişti ancak..neyse ki hocaları ve yakınlarından sözü geçen bazı insanların tavassutları ile kimya kürsüsüne geri dönebilmiş, ama buradaki meslekdaşlarını da bir dedikodu,yukarılara yaranma ve birbirlerinin kuyusunu kazma çabaları içinde bulunca bir kez daha şaşırmıştı..kıymetinin bilinmemesini içine sindiremiyor, daha da hırsla bilim ve eğitim çabalarına sarılıyordu..hem bu yorucu çabalar, hem de genç eşinin beklentilerine zaman ayıramayışı, yuvasının çatırdamasına, sonucunda da ve beden ve ruh sağlığının bozulmasına yol açacaktı..insanlara güveni kalmamıştı artık, herkesi anlayışsız, çıkarcı ve aptal görmeye başlamıştı.. Avrupada bulunduğu bilim ortamında gördüğü insani ilişkilerden sonra her geçen gün bu kanısı kuvvetlenerek artıyordu..sonunda bazılarının narsist bir kişilik olarak gördüğü bu ruh hali artık kalıcı karakteri olmuştu..insanlara alaycı bir gözle bakıyor, kimseleri beğenemiyor, en yakınları ile bile doğru dürüst ilişkileri yürütmekte zorlanıyordu..doğrusu bu hale gelmesinde kendi yapısı kadar bu toplumla sağlıklı bir ilişki kuramayışı da büyük rol oynamıştı..ülkede vasat bir insanın mutlu olması daha kolaydı ama onun çapında ve konumunda bir insanın mutlu olması neredeyse imkansızdı..
Kendini beğenmiş, burnu havada diye kolayca damgaladığımız insanlar çabucak bu duruma gelmiyordu demek ki..başta yetişme çağında annelerin hataları, sonra okul hayatı ve insanların davranışları çok büyük rol oynuyor bence bu durumda..harika çocukların, süper zekalı insanların toplumla uyuşamayışları oldukça yaygın bir sonuç..çalışan bir kafa vücuda yüktür derler, ne yazık ki bu tip insanlar bir çeşit cezalandırılıyor toplum tarafından.. her şeyin orta hallisi toplumla daha iyi uyuşuyor..böyle öne çıkan zeka ve yetenekleri toplum bir şekilde yontuyor ve kendisine benzetmeye çalışıyor, ya da bunu yapamazsa dışlıyor ne yazık ki..değeri bilinmeyen o yüzden de bir kenara atılmış veya küstürülmüş nice insan, toplumda birer zombi gibi mutsuz ve sönük, heder olmuş ömürlerinin ellerinden kayıp gittiğini izlemekle vakitlerini geçiriyor..
İnsanları; kendini beğenmiş, uyumsuz, burnu havada diye yaftalamadan önce, onların nasıl olup da bu hale geldiklerini düşünmeye ve anlamaya çalışmalı, sonuçlara bakmak yerine sebepleri araştırmalı diyoruz ama bu o kadar da kolay bir şey değil ve kişiliğin oluşmaya ve oturmaya başladığı çocukluk ve gençlik çağlarının ne kadar önemli olduğunu iş işten geçtikten sonra anlıyoruz ne yazık ki...
Avrupada geçen zor günler, yabancı dil bilmeyen, ama hırsı ve çalışkanlığı sayesinde hem bu sorunların hem de doktoranın zamanında bitirilmesiyle ve ülkesine gelecek vaat eden bir bilim adamı olarak dönmesiyle sona ermiş gibi görünüyordu..ama ne yazık ki ülkede böyle insanların değerini bilecek bir ortam yoktu o zaman da, kendisini el üstünde tutacak bir devlet beklerken, yabancı dili iyi bildiği için ona Erzurum'da bir lise öğretmenliği teklif eden milli eğitim bakanlığı, verdiği bursu bu şekilde geri almayı düşünebilmişti ancak..neyse ki hocaları ve yakınlarından sözü geçen bazı insanların tavassutları ile kimya kürsüsüne geri dönebilmiş, ama buradaki meslekdaşlarını da bir dedikodu,yukarılara yaranma ve birbirlerinin kuyusunu kazma çabaları içinde bulunca bir kez daha şaşırmıştı..kıymetinin bilinmemesini içine sindiremiyor, daha da hırsla bilim ve eğitim çabalarına sarılıyordu..hem bu yorucu çabalar, hem de genç eşinin beklentilerine zaman ayıramayışı, yuvasının çatırdamasına, sonucunda da ve beden ve ruh sağlığının bozulmasına yol açacaktı..insanlara güveni kalmamıştı artık, herkesi anlayışsız, çıkarcı ve aptal görmeye başlamıştı.. Avrupada bulunduğu bilim ortamında gördüğü insani ilişkilerden sonra her geçen gün bu kanısı kuvvetlenerek artıyordu..sonunda bazılarının narsist bir kişilik olarak gördüğü bu ruh hali artık kalıcı karakteri olmuştu..insanlara alaycı bir gözle bakıyor, kimseleri beğenemiyor, en yakınları ile bile doğru dürüst ilişkileri yürütmekte zorlanıyordu..doğrusu bu hale gelmesinde kendi yapısı kadar bu toplumla sağlıklı bir ilişki kuramayışı da büyük rol oynamıştı..ülkede vasat bir insanın mutlu olması daha kolaydı ama onun çapında ve konumunda bir insanın mutlu olması neredeyse imkansızdı..
Kendini beğenmiş, burnu havada diye kolayca damgaladığımız insanlar çabucak bu duruma gelmiyordu demek ki..başta yetişme çağında annelerin hataları, sonra okul hayatı ve insanların davranışları çok büyük rol oynuyor bence bu durumda..harika çocukların, süper zekalı insanların toplumla uyuşamayışları oldukça yaygın bir sonuç..çalışan bir kafa vücuda yüktür derler, ne yazık ki bu tip insanlar bir çeşit cezalandırılıyor toplum tarafından.. her şeyin orta hallisi toplumla daha iyi uyuşuyor..böyle öne çıkan zeka ve yetenekleri toplum bir şekilde yontuyor ve kendisine benzetmeye çalışıyor, ya da bunu yapamazsa dışlıyor ne yazık ki..değeri bilinmeyen o yüzden de bir kenara atılmış veya küstürülmüş nice insan, toplumda birer zombi gibi mutsuz ve sönük, heder olmuş ömürlerinin ellerinden kayıp gittiğini izlemekle vakitlerini geçiriyor..
İnsanları; kendini beğenmiş, uyumsuz, burnu havada diye yaftalamadan önce, onların nasıl olup da bu hale geldiklerini düşünmeye ve anlamaya çalışmalı, sonuçlara bakmak yerine sebepleri araştırmalı diyoruz ama bu o kadar da kolay bir şey değil ve kişiliğin oluşmaya ve oturmaya başladığı çocukluk ve gençlik çağlarının ne kadar önemli olduğunu iş işten geçtikten sonra anlıyoruz ne yazık ki...
0 Yorumlar