Merhaba Mehmet,
İlkokuldan beri seni görmemiş ve bir haber de almamıştım.Bu okul toplantısı çok iyi oldu..yıllar ve yıllar sonra bunu düşünüp planlayıp bizleri bir araya getirenlere çok teşekkürler..tabi önce bizi birbirimize hatırlatan Facebook sağolsun..o olmasaydı belki de hiç buluşamayacaktık..özellikle kız arkadaşlarımız bu işte çok becerikli ve aktifler..biz oğlanlar o zaman da öyleydik sanırım..hayal aleminde veya bir topun peşinde, bir bilye veya gazoz kapağı kolleksiyonu ile saatlerce oynayıp günün ve zamanın nasıl geçtiğini anlamadan yılları hatta koskoca beş yıllık ilk okul hayatını bitirip geldiğimiz gibi dağılıp gitmiştik bir tesbihin imamesi kopup dağılan parçaları gibi..kız arkadaşlar demek ki birbirleriyle irtibatı bir şekilde koparmamış veya doğal merakları sayesinde kim nerede ne yapıyor, haberleri olup birbirlerini haberdar etmişler..hatta şimdi 90 lı yaşlara doğru giden öğretmenimizi bile bulup toplantıya getirmişler de onun da ellerinden öpme fırsatı bulduk..seni de böylece görme fırsatım oldu sevgili arkadaşım..ama önce bir şaşkınlık, tanıyamama hali de geçirmedik değil karşılıklı..gözler ve ses en az değişen özellikler galiba, ancak onlar sayesinde hafızamız bize yardım etti de tanıyabildik çoğumuz birbirimizi..gerçi bazı arkadaşlar yetenekli çıktı, sanki aradan bu kadar yıl geçmemiş gibi bir kolaylıkla, daha dün berabermişiz gibi kaynaşıverdiler, bir samimiyet bir neşeli konuşma ve rahatlık içinde sanki ilkokul sıralarındaki gibiler..bazıları da hala birbirini çaktırmadan süzmeye devam ediyor; şu kimdi yahu, şu kız arkadaş bizden miydi yoksa bir arkadaşın eşi mi acaba..bak şu uzaktaki adam da beni tanımaya hatırlamaya çalışıyor galiba..gidip yanına gitsem kendimi tanıtsam sen kimdin desem ayıp olur mu acaba..
Mehmet seni hatırladım neyse..ne de olsa en iyi arkadaşımdın..seninle ne çok oyun arkadaşlığı, başka çocukların saldırılarına karşı yardımlaşma, okul çıkışında eve gidene kadar yolda birçok keşifler, oyunlara dalıp eve gitmeyi unutmalar, bakkaldan gazoz alıp paylaşmalar, gelecek günlerde neler yapacağımız hakkında bitmeyen plan ve hayaller..tommiks ve teksas çizgi romanlarını paylaşmalar hatta onlardan bazı sahneleri beraber yaşayıp canlandırmalar..ilerde sahip olacağımız bisikletle yapacağımız gezileri ve girişeceğimiz maceraları hayal edip heyecanlanmalar..akşam saatlerine kadar sokak oyunları..kızlar ip atlayıp seksek oynarken biz erkeklerin kovboyluk ve top peşinde geçen zamanları..çok susayınca mahalle çeşmesine ağzımızı dayayıp kana kana su içmeler..biraz acıkınca da annemize gidip birer dilim ekmek üzerine sürülmüş sana yağı ve onun üzerine serpilmiş toz şekerli atıştırmalar..pekmez olursa beğenmezdik ama toz şeker daha modern gelirdi..o zamanlar Canan Karatay ve Rasim Küçükusta yoktu daha..bu yediklerimizin zararı falan yoktu..zaten yediğimiz ne kadardı ki..sanırım bu allameler de bizim gibiydiler o zamanlar..
Ben sonra ortaokula yazıldım..seni de unuttum gitti..sen ne oldun..ben ne oldum..neler neler geçti başımızdan..bunların ne önemi var..ya da çok mu önemli..şimdi bunları anlatsak ya da anlatmasak ne olur..ben o zamanları hatırladım şimdi ve o zamanlara dönmek isterdim..bunun imkansızlığını biliyorum.. o yüzden yazıyorum ya işte..boşver olan biteni, seni görünce o zamanlara döndüm birden..ama tam da dönemedim, dönemeyeceğimi bildiğim için..bak bazı arkadaşlara; öğretmenimizi bulmuşken öğrencileri gibi şen şakrak dolaşıyorlar ortada..sanki hepsi o günleri yaşıyor hatta bir tanesi iyice kaptırmış kendisini, öğretmenim öğretmenim bak arkadaşım ne söyledi diye arkadaşını gammazlıyor..öğretmenimiz de sanki o günlere dönmüş.gibi..çoğumuzu hatırladığını söylüyor ne de olsa beş yıl bize yarı annelik etti..büyüdüğümüzü gözleriyle takip etti kendisi de büyürken..şimdi düşündüm de bizden en çok 15 yaş büyükmüş o zaman..ne kadar az değil mi..şimdi benden 15 yaş büyük biriyle karşılaşsam neredeyse aynı yaştaymış gibi görürüm..ama o zaman öğretmenimiz hem saygı ile karışık korkulan hem de annemiz gibi sığındığımız koruyucu ve kollayıcı bir varlıktı..öğretmekten çok eğiten biriydi..ama biz eğitimi öğretimi düşünmüyorduk ki o zamanlar..okula bile niye gittiğimizin farkında değildik..büyüdüğümüz için ve herkes okula gittiği için biz de gidiyorduk o kadar..başka yapacak şey de yoktu zaten..oyunlardan başka..
Ah o oyunlar..bitmek bilmeyen doyamadığımız oyunlar..çoğu da basit,kuralı her an değişen ve başkalarından görüp taklit ettiğimiz yarı tiyatro yarı eğlence şeyler..kimi telden yapılmış iki tekerleği bir çubukla araba haline getirilmiş peşinden saatlerce koşulan basit el yapımı oyuncaklar, kimi eski bir lastikten çıkma çevirip durduğumuz tekerler, kimi patlak bir top kimi plastik bir parça,bir topaç bir tahta oyuncak parçası, neler neler ifade etmezdi hayallerimizde..kızlar başka bir dünyaydı..bizi pek aralarına almazlardı ama daha sıkı fıkı ve söze dayalı oyunlar oynarlardı sanki..bir de boyuna ip atlamalar çember çevirmeler..nadiren de karışık olarak oynanan yakan top, elim sende, saklambaç ve körebe gibi oyunlar..daha neler neler..biri biter biri başlardı ve akşam karanlığı çökene ve akşam ezanı okunup eve çağrılana kadar bitmeyen oyunlar..o zamanlar ezan hoparlörlerden okunmaz mahalle camisinin minaresine çıkan müezzin tarafından bir eli kulağında bağırarak okunurdu..dolayısıyla çocuk sesleri arasında duyulmazdı bile..ama bir şekilde farkına varılırdı ezanın..babalar işten evlerine koltuklarında bazı paket veya fileler içinde yiyecek ya da ısmarlanmış şeylerle dönerler, babalarını gören çocuklar birden oyunu bırakıp babalarına doğru koşarlar getirdiklerini merakla incelerler kendileri için bir şeyler var mı kontrol ederlerdi..ben en çok babamın ceketinin iç ceplerine saldırır oradaki Hürriyet gazetesini alır ve hemen Fatoş ve Güngörmezler çizgi serisinde bugün neler olmuş bakardım..bir de altındaki dedektif Nik bugün ne yapmış pek anlamamakla birlikte göz atardım..benim için gazetenin en önemli yeri Fatoş ve Basri nin maceralarıydı..hepsi üç veya dört tane çizimden ibaretti ama kısaca amerikada bir ailenin yaşantısından kesitler sunuyordu..tabi biz amerika olduğunu çok sonraları anlayacaktık..sanki bizim şehrimizde gibi izlerdik..ama çim bahçeli bir evde köpekleri, bir yeniyetme kız ve oğulları, üst katta yatak odaları bahçede çim biçme makinaları, sabah işe koşuşturma ve eşini bazen öpmeyi unutma gibi komiklikleri sanki hepsi bizim adetlerimiz miş gibi gülerek okurduk..güngörmezler ayrı bir dünya idi..oradaki yaşlı karıkoca ayrı alemdiler..kadın eş daha entelektüel, opera meraklısı, evde piyano çalan ama kocası tarafından pek anlaşılamayan buna da da pek önem verip üzülmeyen süslü, takıp takıştıran bir hanım, koca ise eve yorgun gelmiş fakat huzuru bulamayan, dinlenme peşinde ama karısının opera veya müzik merakı yüzünden gecesi zehir olan,operada sürekli uyuklayan,karısı piyano çalarken evden kaçma çaresi arayan, sinirli, babacan bir adam..sanırım onların çocukları yoktu ya da çoktan evden ayrılmışlardı..arada bir eve gelen yeğen veya genç nesilden birileri ile de kuşak çatışmaları tatlı bir şekilde yansıtılırdı..ama bu iki dizinin de bizim toplumumuzla bir ilgisi yoktu..yine de zevkle izlerdik..hele hafta sonlarında daha büyük maceraları olurdu ki bakmaktan bir türlü vazgeçemezdik..asıl yerli çizerlerin karikatürleri eve gelen haftalık mizah dergisi Akbaba da olurdu..bu dergide karikatür çoktu ama çoğu da güncel siyasi olaylarla ilgili olduğu için anlayamaz ve pek izlemezdik ama yine de insanların komik şekilde çizilmesi hoşumuza gider ve saatlerce bakar kıkır kıkır gülerdik..o zamanlar bir başka eğlence aracı da radyoydu..ajanslar dışında yurttan sesler, beraber ve solo şarkılar, saz eserleri her anımızda bize eşlik ederdi..kulağımız o zamanlardan beri Türk müziğine hatta batı müziğine, klasik müziğe eğitilmişti..hala bazen kendimi o zamanlardan kalmış bazı şarkı veya fasıl heyeti eserlerini mırıldanırken bulurum..saat akşam sekizi geçince çocuklar için skeçler sonra da büyükler için arkası yarın şeklinde bugünün dizilerini andırır radyo tiyatroları hatta müzikaller başlardı..gece 11 den sonra ise barok müzik ve klasik batı müziği dinlerdik..sanırım belli saatten sonra radyo programları istiklal marşı çalınarak sona ererdi..çoğunu duymazdık bile, çünki çoktan uyumuş olurduk..
İşte böyle Mehmet; şüphesiz senin de günün neredeyse aynı şekilde geçerdi o zamanlar..sabah kahvaltı kokuları ile uyanırdık ve okul telaşı başlardı..havalar soğuksa sobanın temizlenmesi ve tekrar yakılmasını yatağımızın içinden izler, anne babalarımızın yaptığı çaba ve fedakarlıkların farkına bile varmaz, o gün neler yapacağımız umurumuzda bile olmadan aynen sobanın yanına kıvrılmış kedimiz gibi gamsız, dertsiz ve tasasız günün içine atlayıverirdik..ne günlerdi..şimdi düşünüyorum da güzel günlermiş be Mehmet...
0 Yorumlar