Daha yurdun keyfini çıkaramamışlardı bile..zaten o nesil hiç bir şeyin tadını çıkaramadı, her şeyi yarım yamalak yaşadı..bir kargaşa içinde geçti bütün tahsil hayatları neredeyse..68 kuşağı dendi, asi kuşak dendi, başkaldırıyı bile tam yapamadılar, hani ne İsa'ya ne de Musa'ya yaranamadı derler ya aynen o durumdaydılar..o yıllarda bir geçiş döneminin başındaydılar, 27 mayıs ihtilalinden sonra görece olarak hürriyetler daha genişletilmiş görünüyordu ama kimsede karşı tarafı dinleme, ikna etme diye bir çaba yok gibiydi..herkes kendi haklılığına kesin inanıyor, diğerlerinin buna uyması gerektiğini düşünüyordu adeta..daha sağ nedir, sol nedir bilmeden herkes birer Marks, Engels uzmanı olmuştu..gazeteden veya bir coşkulu öğrenci liderinden (!) biraz bir şeyler öğrenen ahkam kesmeye başlıyordu..Tabii Siyasal ve Ortadoğu öğrencisi olmak bir ayrıcalıktı, onların hepsi birer devrimciydi adeta..bunlara tepki olarak Milliyetçi söylemleri kem küm ederek ifade etmeye çalışanlar başlangıçta alayla izlenirken zamanla onların da güçlendiği hatta seslerinin daha çok çıktığı görülmeye başlandı..iktidar onları destekliyordu ne de olsa..buna karşılık entellektüel kesim, hocaların çoğu ve basının neredeyse tümü sol görüşleri destekliyordu..bizim çaylaklar da halkçı görüşleri, nezaketi ve şairce davranış ve söylemleriyle Ecevit'e sempati duyuyorlar ve gönüllerinde onu destekliyorlardı..ama şansa bakın ki büyük heves ve sevinçle geldikleri yeni yurtları ülkücülerin eline geçmişti..bu nedenle ne solculuklarını tam yaşayabildiler, ne de yurtta bir rahat yüzü görebildiler..
Bir sabah yurttan okula gitmek üzereyken yurdun çıkış kapısını birkaç sert bakışlı gencin tuttuğunu ve dışarıya çıkışın engellendiğini gördüler, ne oluyor diye sorduklarında bir gün önce solcular (?) tarafından öldürülen Dursun Önkuzu isimli talebenin cenaze töreninin bugün yapılacağını, bütün yurt öğrencilerinin orada bulunmasının istendiğini, kimliklerinin şimdi alınıp cenaze töreninin yapılacağı Maltepe camisinde kendilerine geri verileceğini öğrendiler..yurttan çıkıp okula gidebilmek için mecburen kimliklerini verdiler, çünki onların okulunda devam mecburiyeti vardı, başka birçok fakültede böyle bir mecburiyet olmadığı halde onlar derste elden ele geçen bir yoklama listesini asistanların gözetimi altında imzalamak durumundaydılar..tabi öğleden sonra cenazeye de gidemediler çünki dersler akşam karanlığına kadar sürüyordu..
Neyse ki ülkücüler içinde oldukça sözü geçen ve saygı duyulan, hemşehrileri de olan bir kaç ağabey sayesinde akşam kimliklerini kurtarabildiler, ama artık İsa dan mı Musa dan mı olacaklarına bir karar vermek durumunda kaldıklarını görüyorlardı..tarafsızlık diye bir şey olmuyordu, bu durum böyle gidemeyecekti anlaşılan..bu olan bitenlerden tabii ki polisin istihbaratın vs. dolayısıyla da hükümetin yine tabii ki hiç haberi yoktu..hatta yurt blokların bodrumları birer atış poligonuna çevrilmişti, yakın dövüş teknikleri, ve benzeri kaba kuvvet uygulamaları yanında burada hedefler konmuş ve resmen tabancayla ateş talimleri bile başlamıştı kısa sürede..tabii ki bunlardan da ne yurt yönetiminin ne devletin hiç bir haberi yoktu (!)
Bir gece yarısı odalarının kapısı çalındı ve arkadaşının ismi okundu, arkadaşı gözlerini ovalayarak uyanmaya çalışıyordu, kalk giyin sırtına da kalın bir şeyler al, bizim blokun çatısında saat 2 den 6 ya kadar nöbet tutacaksın dediler..arkadaşı sessizce deneni yaptı ve hep birlikte dışarı çıktılar..sabah kahvaltıda arkadaşları uykulu gözlerle nasıl nöbetçilik yaptığını, yurdu komünistlerin basacağı istihbaratı üzerine bu nöbetlerin artık belirsiz bir süreye kadar devam edeceğini söylediklerini anlatınca artık yeni bir aşamaya geçtiklerini anladılar..burayı da terk zamanı gelmişti anlaşılan..
Akla gelen çözümlerden ilki ailelerinden biraz daha parasal destek isteyerek bir kira odasına çıkmak veya kirada kalan bazı arkadaşların yanına geçmek, çok küçük bir İhtimal olan Maltepe semtindeki Vehbi Koç özel erkek öğrenci yurduna geçmek-ki burası ancak okulunun son iki sınıfına gelmiş, derslerinde başarılı ve biraz da şanslı (!) öğrencilerin girebildiği kapasitesi de çok az olan bir yurttu- veya üç gün bir yakınında, beş gün bir arkadaşında göçmen gezerek seneyi tamamlamak..tabi böyle tamamlanan sene nasıl biter aşağı yukarı belliydi..son çözüm olan ülkücülere biat etmek hiç akla gelmiyor, düşünülmek bile istenmiyordu, bir çok sevdikleri ve samimi oldukları ülkücü arkadaşları olsa bile..
O yıl bu üç arkadaş ister istemez birbirinden ayrılmak zorunda kaldı, birisi Ankaradaki ablası ve eniştesinin yanına sığındı, ertesi sene de memleketten dul annesi yanına geldi ve Cebeci semtinde bir ev tuttular, okul bitene kadar annesiyle o evde kaldı, ikincisi Ankarada evli olan iki dayısında birer hafta onar gün kalarak o seneyi tamamladı, üçüncüsü yurtta bir süre daha kaldı,ara sıra nöbet tuttu, arada bir hemşehri ağabeylerin yardımıyla biraz kollanıp korundu, sonra da ertesi yıl büyük bir şans mı desek başka faktörler mi desek her iki arkadaş da Vehbi Koç öğrenci yurduna kapağı attılar..
Ama dedik ya buranın da tadını çıkaramadılar..zaten tıp eğitiminin zorluğu mutlu ve neşeli bir talebelik hayatına izin vermiyordu, ama siyasi çalkantılar, anarşik olaylar, sokaklarda insan öldürmeler artmaya başlamıştı, o yüzden tüm o yaş kuşağı öğrencilerinin üniversite hayatı kavga, kargaşa ve çalkantılarla geçti denilebilir..şimdiki gençlerin serbestliğine, rahatlığına bakan o zavallı 68 kuşağı ve sonrası kuşaklar kendi halleri ile bugünküleri karşılaştırınca ancak derin bir iç geçirişle suskun ve sessiz gözleri dalar gider..kahramanımız bu iç karartıcı hayattan biraz olsun uzaklaşabilmek için fırsat buldukça sanat gösterilerini keşfetmişti..Fakültenin Mediko-Sosyal merkezi kitap okunabilen, müzik dinlenilebilen salonlarıyla adeta bir sığınma merkeziydi.. ayrıca öteden beri Ankara o yönlerden oldukça zengindi..Devlet tiyatroları, opera ve balesi bir öğrencinin bile bütçesini sarsmayacak ücretlerle çok güzel temsiller, müzikaller ve gösteriler sunuyordu..bunlara Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası da eklenmişti kısa zamanda, her cumartesi saat 11 de klasik müzik salonu bu sıkıcı ve yorucu dünyadan 2 saat bile olsun uzaklaşıp sanatın olağanüstü dünyasına dalmaya yardım ediyordu..onlar da olmasa o yıllar hepten boşa geçmiş olacaktı..
Bu arada herkes bizim çaylaklar gibi değildi tabii..kimisi derin ve zinde güçlerle işbirliği içine girmiş, ülkeyi son bir darbe ile kurtarma planlarında epeyi de yol almışlardı..herkes bir hesap peşindeydi ve dişler sıkılmış, bıçaklar bileylenmişti..kulaklar ve gözler gelecek bir işarette ve eller tetikteydi...
Bir sabah yurttan okula gitmek üzereyken yurdun çıkış kapısını birkaç sert bakışlı gencin tuttuğunu ve dışarıya çıkışın engellendiğini gördüler, ne oluyor diye sorduklarında bir gün önce solcular (?) tarafından öldürülen Dursun Önkuzu isimli talebenin cenaze töreninin bugün yapılacağını, bütün yurt öğrencilerinin orada bulunmasının istendiğini, kimliklerinin şimdi alınıp cenaze töreninin yapılacağı Maltepe camisinde kendilerine geri verileceğini öğrendiler..yurttan çıkıp okula gidebilmek için mecburen kimliklerini verdiler, çünki onların okulunda devam mecburiyeti vardı, başka birçok fakültede böyle bir mecburiyet olmadığı halde onlar derste elden ele geçen bir yoklama listesini asistanların gözetimi altında imzalamak durumundaydılar..tabi öğleden sonra cenazeye de gidemediler çünki dersler akşam karanlığına kadar sürüyordu..
Neyse ki ülkücüler içinde oldukça sözü geçen ve saygı duyulan, hemşehrileri de olan bir kaç ağabey sayesinde akşam kimliklerini kurtarabildiler, ama artık İsa dan mı Musa dan mı olacaklarına bir karar vermek durumunda kaldıklarını görüyorlardı..tarafsızlık diye bir şey olmuyordu, bu durum böyle gidemeyecekti anlaşılan..bu olan bitenlerden tabii ki polisin istihbaratın vs. dolayısıyla da hükümetin yine tabii ki hiç haberi yoktu..hatta yurt blokların bodrumları birer atış poligonuna çevrilmişti, yakın dövüş teknikleri, ve benzeri kaba kuvvet uygulamaları yanında burada hedefler konmuş ve resmen tabancayla ateş talimleri bile başlamıştı kısa sürede..tabii ki bunlardan da ne yurt yönetiminin ne devletin hiç bir haberi yoktu (!)
Bir gece yarısı odalarının kapısı çalındı ve arkadaşının ismi okundu, arkadaşı gözlerini ovalayarak uyanmaya çalışıyordu, kalk giyin sırtına da kalın bir şeyler al, bizim blokun çatısında saat 2 den 6 ya kadar nöbet tutacaksın dediler..arkadaşı sessizce deneni yaptı ve hep birlikte dışarı çıktılar..sabah kahvaltıda arkadaşları uykulu gözlerle nasıl nöbetçilik yaptığını, yurdu komünistlerin basacağı istihbaratı üzerine bu nöbetlerin artık belirsiz bir süreye kadar devam edeceğini söylediklerini anlatınca artık yeni bir aşamaya geçtiklerini anladılar..burayı da terk zamanı gelmişti anlaşılan..
Akla gelen çözümlerden ilki ailelerinden biraz daha parasal destek isteyerek bir kira odasına çıkmak veya kirada kalan bazı arkadaşların yanına geçmek, çok küçük bir İhtimal olan Maltepe semtindeki Vehbi Koç özel erkek öğrenci yurduna geçmek-ki burası ancak okulunun son iki sınıfına gelmiş, derslerinde başarılı ve biraz da şanslı (!) öğrencilerin girebildiği kapasitesi de çok az olan bir yurttu- veya üç gün bir yakınında, beş gün bir arkadaşında göçmen gezerek seneyi tamamlamak..tabi böyle tamamlanan sene nasıl biter aşağı yukarı belliydi..son çözüm olan ülkücülere biat etmek hiç akla gelmiyor, düşünülmek bile istenmiyordu, bir çok sevdikleri ve samimi oldukları ülkücü arkadaşları olsa bile..
O yıl bu üç arkadaş ister istemez birbirinden ayrılmak zorunda kaldı, birisi Ankaradaki ablası ve eniştesinin yanına sığındı, ertesi sene de memleketten dul annesi yanına geldi ve Cebeci semtinde bir ev tuttular, okul bitene kadar annesiyle o evde kaldı, ikincisi Ankarada evli olan iki dayısında birer hafta onar gün kalarak o seneyi tamamladı, üçüncüsü yurtta bir süre daha kaldı,ara sıra nöbet tuttu, arada bir hemşehri ağabeylerin yardımıyla biraz kollanıp korundu, sonra da ertesi yıl büyük bir şans mı desek başka faktörler mi desek her iki arkadaş da Vehbi Koç öğrenci yurduna kapağı attılar..
Ama dedik ya buranın da tadını çıkaramadılar..zaten tıp eğitiminin zorluğu mutlu ve neşeli bir talebelik hayatına izin vermiyordu, ama siyasi çalkantılar, anarşik olaylar, sokaklarda insan öldürmeler artmaya başlamıştı, o yüzden tüm o yaş kuşağı öğrencilerinin üniversite hayatı kavga, kargaşa ve çalkantılarla geçti denilebilir..şimdiki gençlerin serbestliğine, rahatlığına bakan o zavallı 68 kuşağı ve sonrası kuşaklar kendi halleri ile bugünküleri karşılaştırınca ancak derin bir iç geçirişle suskun ve sessiz gözleri dalar gider..kahramanımız bu iç karartıcı hayattan biraz olsun uzaklaşabilmek için fırsat buldukça sanat gösterilerini keşfetmişti..Fakültenin Mediko-Sosyal merkezi kitap okunabilen, müzik dinlenilebilen salonlarıyla adeta bir sığınma merkeziydi.. ayrıca öteden beri Ankara o yönlerden oldukça zengindi..Devlet tiyatroları, opera ve balesi bir öğrencinin bile bütçesini sarsmayacak ücretlerle çok güzel temsiller, müzikaller ve gösteriler sunuyordu..bunlara Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası da eklenmişti kısa zamanda, her cumartesi saat 11 de klasik müzik salonu bu sıkıcı ve yorucu dünyadan 2 saat bile olsun uzaklaşıp sanatın olağanüstü dünyasına dalmaya yardım ediyordu..onlar da olmasa o yıllar hepten boşa geçmiş olacaktı..
Bu arada herkes bizim çaylaklar gibi değildi tabii..kimisi derin ve zinde güçlerle işbirliği içine girmiş, ülkeyi son bir darbe ile kurtarma planlarında epeyi de yol almışlardı..herkes bir hesap peşindeydi ve dişler sıkılmış, bıçaklar bileylenmişti..kulaklar ve gözler gelecek bir işarette ve eller tetikteydi...
0 Yorumlar