Bu sene kış sert geçecek dedi içinden, bu kasım ayı sabahında erkenden evin bahçesine çıkmış göz alabildiğine uzanan bozkırı seyrederken..ayvaların çokluğundan belliydi dedi sonradan, bahçeye bir kaç ayva ve başka meyvalardan, mesela elma armut ve nar da dikeyim, tam zamanı, diye geçirdi sonra.
Gece boyunca köpekler havlayıp durmuşlardı, daha kurtların kasabaya inmesine zaman var, acaba hırsız uğursuz biri mi hayvanları huzursuz etti, gerçi memleketin bu unutulmuş bir köşesindeki unutulmuş bir şehrin, daha da unutulmuş, kıyıda köşede kalmış kasabasında hırsızın ne işi olabilirdi ki..
Uzaklarda bir sıra uzanan dağların mora çalan tepeleri biraz daha beyazımsı, buğulu puslu görünüyordu. Geçen günkü soğuklar ve yağmur yüksekleri beyaza boyamıştı anlaşılan..Alçaklara karlar yağmış üşümedin mi, sen bu işin sonunu düşünmedin mi türküsü dilinin ucuna geldi birden.
İçerden bir çocuk ağlaması sesi geldi, iki yaşındaydı torunu, bugünlerde biraz keyifsizdi, öksürüyordu ara sıra.Sabi çocuk babasını arıyor hep dedi.Ben babasının yerini tutamam ki, oynatmaya güldürmeye çalışıyorum, kucağıma alıp gezdiriyorum ama bana bir yabancı yabancı bakıp başını çevirdiğinde içim cız ediveriyor.Babanın yeri başka, çocukcağız kokusunu arıyor galiba dedi.
Oğlunu okutmak için elinden geleni yapmış, orta okulu zor da olsa bitirebilmişti haylaz.Zaten kasabada ortaokuldan sonrası yoktu, okusaydı şehirdeki Liseye de gönderirdi ne yapıp edip.Oğlan biraz havai mizaçlıydı.Kendisi gibi birkaç hayta bulmuş, sabahtan akşama kadar sokaklarda top peşinde koşmuş, sonra sigaraya dadanmış ne yaptıysa sigaradan vaz geçirememişti, bir altın bileziği olsun istediği bir mesleği de öğrenmemişti..Kendisi de sigara içiyordu ara sıra, belki o yüzden çocuğa israr edememişti fazla. Bu kasabada yapacak iş yoktu ki pek.Ne bir spor salonu ne futbol sahası, gençleri oyalayacak hiç bir şey yoktu.Oğlu askerlik çağı gelene kadar ancak bir demirci ustasının yanında çıraklık etmiş, ustanın haşin davranışları yüzünden de bir şey öğrenemeden bırakmıştı çıraklığı. Allahtan askerlik zamanı gelmiş de bu avarelik yılları sona ermiş, artık orada adam ederler diye umutla gönderdikleri askerlik de sonunda bitmiş, memlekete döndüğünde de sıra başgöz etmeye gelmişti biricik oğullarını.Yakın köylerden bir tanıdıklarının sessiz, çalışkan ve uysal gibi görünen güzelce bir kızı vardı.Uzun zaman önce eşiyle beraber oğlana bu kızı münasip görmüşlerdi.Kızın babası askerlik arkadaşıydı aynı zamanda, bir vesile yaratıp arkadaşıyla konuşup meseleyi açtığında, sizden iyisini mi bulacak, ama ben bir kere de anasına sorayım, o da kızıyla konuşsun size cevabımızı vereyim, hayırlısıyla olsun demiş, bu cevap üzerine içleri rahatlamıştı.Oğlunu akşam karşısına almış ve bak oğlum, askerliğini de bitirdin, artık evlenme zamanın geldi, sen de dünya evine gir, çoluk çocuğa karış Allahın emrini yerine getir, demişti.Oğlan pek bir renk vermemiş ama o da hayatının bu safhasının artık hemen önünde olduğunun bilincindeymiş gibi başını sallamakla yetinmişti.Bir evi geçindirmenin, bir aile kurmanın ne demek olduğunu bilmiyor, ama şu karşıdaki bomboş tepeler ve arkasında uzanan dağlar gibi önünde yeni bir hayatın uzanmakta olduğunu hissediyordu şüphesiz.
İlk çocukları kız olmuştu, oğlan ondan sekiz yıl sonra doğmuştu.Belki o yüzden iki kardeş birbirlerine çok yakın olmamış, abla kardeşine yarı annelik bile yapmıştı.o da ilk okulu bitirdikten sonra evde annesine yardım dışında pek bir şey yapmamış, doğduğundan itibaren hazırlanmakta olan çeyiz sandığını günün moda işi neyse onları işleyip doldurmakla günlerini geçirmiş, onsekiz yaşında da kısmeti çıkmış ve bir hevesle evlenip yuvadan uçup gitmişti.Damadı astsubaydı ve hemşehrileriydi, içkisi pek yoktu ama cebinde silahlı kuvvetler sigarası eksik olmuyordu.Zaten o devirde sigara içmeyen yoktu ki, erkek olmanın bir gereğiydi sigara içmek.Damadı işini gururla anlatıyordu etrafına, emrindeki askerleri nasıl döverek adam ettiklerini, askerliğin disiplin demek olduğunu, disiplinin de ancak dayakla kurulabileceğini söylüyordu.Kendisi gibi memleketin dört bir yanından gelmiş ana kuzularını döverken hiç vicdanı sızlamıyor muydu acaba.Ama vazife kutsaldı, asker ocağı peygamber ocağıdır denirdi.Peygamber efendimizin kimseye el kaldırmadığı, kimseyi kırmadığı, merhamet ve sevgi timsali olduğu akla pek gelmezdi ama bunlar söylenirken.
Evinde nasıl bir koca acaba bizim damat dedi birden.sinirli bir insan gibi görünüyordu çünki. kızıma ve torunuma da sert mi acaba dedi.acaba kızına da el kaldırmış mıydı, bir an içi cız etti.bazı sert denen erkeklerin dışarıda kurt evde kuzu gibi oldukları bilinirdi.inşallah o da öyledir dedi biraz ferahladı.Kızına, yeni evli olduğu sıralarda, yalnız kaldıkları bir an, mesutmusun kızım, kocanla aran iyi mi demişti.kızı da yanakları pembeleşerek kısık bir sesle evet mesudum baba demiş, sonra da bu konu hiç açılmamıştı.
Ne diyecekti ki dedi sonra, kol kırılır yen içinde kalır denmez mi..bizim örf ve adetlerimizde böyle şeylerin dile getirilmesi ayıptır, sonra dese ne olacak, bırak kocanı, çocuğunu al gel diyebilecekler miydi ki. gelse bir türlü gelmese bir türlü olacaktı.o yüzden de kan kusacak kızılcık şerbeti içtim diyecekti bu durumda olanlar.ileride durulur belki, çocuğunu kucağına alınca yumuşar uysallaşır, kim bilir onun da hangi dertleri vardır açamıyordur diye düşünülür, her şey zaman denen en büyük şifacıya bırakılırdı.şifa bulamayanlar da bir şekilde silinir giderlerdi zaten.
Hayat arkadaşına, dert ortağına geliyordu ki düşüncelerinin akışı, ahırdaki at geldi birden aklına.dün akşam biraz hasta gibiydi sanki, yemini de isteksiz yiyordu, bir bakayım şu zavallıya da diyerek bahçenin sağ tarafındaki, yanında iki tekerli arabalarının da mahzun mahzun durduğu ahırın kapısına doğru düşünceli düşünceli yürümeye koyuldu...
Ne diyecekti ki dedi sonra, kol kırılır yen içinde kalır denmez mi..bizim örf ve adetlerimizde böyle şeylerin dile getirilmesi ayıptır, sonra dese ne olacak, bırak kocanı, çocuğunu al gel diyebilecekler miydi ki. gelse bir türlü gelmese bir türlü olacaktı.o yüzden de kan kusacak kızılcık şerbeti içtim diyecekti bu durumda olanlar.ileride durulur belki, çocuğunu kucağına alınca yumuşar uysallaşır, kim bilir onun da hangi dertleri vardır açamıyordur diye düşünülür, her şey zaman denen en büyük şifacıya bırakılırdı.şifa bulamayanlar da bir şekilde silinir giderlerdi zaten.
Hayat arkadaşına, dert ortağına geliyordu ki düşüncelerinin akışı, ahırdaki at geldi birden aklına.dün akşam biraz hasta gibiydi sanki, yemini de isteksiz yiyordu, bir bakayım şu zavallıya da diyerek bahçenin sağ tarafındaki, yanında iki tekerli arabalarının da mahzun mahzun durduğu ahırın kapısına doğru düşünceli düşünceli yürümeye koyuldu...
0 Yorumlar