Çocukluğu çevresine göre zengin, olanakları geniş bir ortamda geçti..babası çok cömert, hatta müsrif bir insandı, hemen her günleri eğlence, geziler, ziyafetler içinde geçiyordu..bunda babanın o sıralarda işlettiği rakı imalathanesinin getirdiği bol para mı, yoksa zaten dedelerden kalan bol arazi, mal mülkün getirileri mi rol oynuyordu tabii ki kimsenin hele çocukların hiç umurunda değildi ve herkes lâle devrinin zevkini çıkarmakla meşguldü..bir at arabasının bile zenginlik alameti olduğu o günlerde baba sık sık gittiği İstanbuldan elleri bol hediyelerle geldiği gibi iki tane de otomobil getirmişti, memleketin tozlu yollarında sık sık çevre illere seyahat edilir nerede keyifli bir şey var tadını çıkarmadan edilmezdi..ama karma denen bir şey vardı ve bunun kimse farkında değildi..önce Tekel, yani o zamanki adıyla inhisarlar idaresi, özel içki imalathanelerini yasaklayıp alkollü içki yapım ve satımını devletin eline alması, sonra da bir süre kaçak olarak bu işi yürütmeye çalışsa da babanın işlerinin bozulması ufuktaki kara bulutlara işaret ediyordu..alışmış kudurmuştan beterdir atasözü gereğince aynı şekilde devam eden yaşantı bu kez yavaş yavaş elde avuçta ne varsa çıkarılma ile devam etmeye başladı..yine 'yiğit derler candan ederler, cömert derler maldan ederler' atasözü gereğince elde mal mülk kalmayıncaya kadar bu hayat devam etti, tam da gençlik çağı sonuna geldiği günlere doğru deniz bitti, gemi karaya vurdu..
Bu arada baba hastalanmış, kızkardeşler gelinlik çağa gelmiş, yokluk çağları başlamıştı..üstüne üstlük ikinci dünya savaşı başlamış, ülkede ekonomi neredeyse durmuş, ekmek karneye bağlanmış, harp zenginleri denen, ortamdan faydalanıp karaborsacılık yapan, el altından memurlarla birlikte devleti yağmalayarak vatandaşı soyan bir yeni zengin sınıfı ortaya çıkmıştı..eski dostlar ve ziyafet masası arkadaşları nedense ortadan kaybolmuştu..hep vermeye alışan el olduklarından istemeyi ve almayı bilmiyor ve beceremiyorlardı.. evin genç erkeğine iş düşmeye başlıyordu artık..oysa o henüz şiirler yazan, edebiyat meraklısı, romantik bir gençti ve ev geçindirme gibi bir şey nedir düşünmemişti bile..gerçekler buzdağı gibi göründüğünde geminin manevra yapacak zamanı ve gücü kalmamıştı..çarpışma mukadderdi.. üstelik kaptan hasta yatağında yatıyordu ve dümen gencecik ve tecrübesiz evladın elindeydi..kaptan sağlıklı olsa da yapacak bir şey yoktu aslında..bilinmedik, fırtınalı, karanlık bir denizdeydiler sanki..karma iş başındaydı..
Babanın tedavi ve ilaç masrafları, evin ipotek edilerek alınan banka kredilerinin ödemeleri, yokluğa pek alışmamış aile fertlerinin ufak tefek keyfi masrafları derken çare olarak, evin bazı kısımlarının kiraya verilmesi, bazı ufak gelir getirici ev ekonomisi faaliyetleri, mesela bağdan getirilen üzüm elma armut gibi meyvelerin pekmezlerin satılması ve en önemlisi PTT de bulunan küçük bir memurluk iyi kötü geçinmeye yetiyor ya da ayakta kalmanın yolu oluyordu..o güzel ve yanına herkesin yanaşmaya cesaret edemediği abla, bir Singer dikiş makinası almış ve evlenecek kızların çeyizlerini işlemeye, kendi çeyizine yapamadığı oyaları, süslü işleri başkalarına yaparak kendi hayallerini ertelemek ve onlarda gerçekleştirmek durumunda kalmıştı..askerlik bu arada yapılıp bitirilmiş ve bu kez postanede telgraf memurluğuna başlamıştı genç kaptan..o zor mors alfabesiyle özellikle geceleri gelen şifreli idari telgraf metinleri bitmek bilmez, sabah gün ışırken Ankaradan şifreler alınır şifreler gönderilirdi..tık tık tıtıtı tık tııtııı tıktı...sonu gelmez tıkırtıları ayırdetmek, anlamlı veya anlamsız kelime ve işaretlere, rakamlara dökmek, sonra da sağlamasını yapıp bir metin haline getirmek her babayiğidin harcı değildi..göz, kulak, el, hepsinden önemlisi zihin uyumu gerektiren bu iş, sabahları kan çanağına dönmüş gözler ve yorgun bakışlarla eve kendisini atmasına kadar sürüyordu..Atatürk boşuna dememiş ben istiklal mücadelemizi kahraman telgrafçılarımız sayesinde kazandım diye..ama bu kahraman telgrafçılar, bir gün tam 24 saat çalışır ertesi gün yarım gün çalışır tatil,bayram, gece gündüz bilmezlerdi pek ve ancak orta halli bir memur maaşı alırlardı..ama bu maaş o zamanlarda o kadar bereketliydi ki , bir aileyi ayakta tuttuğu gibi bir de evlenmesine, eve bir gelin gelmesine bile yetmişti..
Kendine ait tek özel zevki, çocukluktan beri kokusuna, dokunduğu zaman aldığı keyfe doyamadığı kitapları ve okuma yazma aşkıydı..zaman buldukça da memleketin gazetesine küçük fıkralar, denemeler yazıyordu..oldukça da sevilen bir yerel muhabir olmuştu..günümüz bloggerlerinin o zamanki bir öncülü gibiydi adeta..çocukluktan beri biriktirdiği beş bine yakın sayıya ulaşan, çoğu Varlık yayınevinin kitapları olarak; macera, yerli ve yabancı çeviri romanlar, şiir kitapları, ayrıca haftalık dergiler, süreli yayınlar, Türk Dil Kurumu dergileri ve yayınları gibi edebiyat dünyasını takip ettiği, yarı amatör yarı muharrir olarak yer aldığı kendine ait bir kütüphanesi vardı..bir çok yakını onun sayesinde kitap okuru olmuşlardı..
Zaman böylece akıp gidiyor ama şartlar bazen iyi gibi oluyor bazen ve çoğunlukla da sıkıntılar artıyor, memleket arasıra ekonomik krize girince de ister istemez kemerler yine sıkılıyordu..çocuklar büyümeye başlamış okul, giysi ve diğer masraflar artmış ama o hiç bir zaman bir of bile demeden bir maraton koşucusu gibi çabalamaya devam etmişti..telgrafçılık gibi gözü ve zihni yoran bir işi, edebiyat alemine daldığında adeta unutur, çocukluğundaki o dertsiz tasasız mutlu günlerine döndüğünü hisseder, hayatın acımasızlığına böylece dayanmanın yolunu bulurdu..bir gün bile isyan etmemiş, olanları tevekkül ve sakinlikle karşılamış, adeta geçmiş günlerdeki o güzel anların faturasını ödüyormuş gibi hissetmişti kendisini..ama o sofrada oturan küçük çocuktu..faturayı ödemek ona kalmamalıydı..eline tutuşturulan ödeme emrini ne yapıp edip ödeyecekti..ödedi de...
Hayatında bir kira gelirini bile kendisi için harcamadı..önce ailesi, ki bu pederşahi geniş bir aileydi o zamanlar, sonra yine çocukların tahsilleri ve gelecekleri için ayıracağı üç beş kuruş, ondan sonra kalırsa birkaç kitap ve dergi..bütün özel harcaması buydu..
Sizce bu gerçek bir kahramanlık hikayesi değil mi..insanları bir hayal uğruna peşine takıp sonra da yüzüstü bırakan bir çok lider müsveddelerini görünce, onun gibi gerçek isimsiz kahramanların önünde saygıyla eğilmekten başka elimizden ne gelir..onlar, bu yaptıklarını kahramanlık, şan şöhret için yapmadılar.yalnızca kaderin onlara verdiği rol dağıtımında kendilerine düşen rolü ellerinden geldiğince iyi oynamaya çalıştılar..savaşlarda şehit, malül gazi olanlar, ailelerini korumaya, geçindirmeye çalışan anne ve babalar, işini ibadet edercesine özveri ve içtenlikle yapan tüm işçi, memur ve çalışan herkes, tohumu ekip sabırla bekleyen, emek sarfedip elde ettiği ürünü zar zor satıp aç ve açık kalmayacak kadar hayatını sürdürmeye çalışan köylü ve çiftçiler, esnaflar yani kısacası tüm emeğiyle geçinmeye çalışan isimsiz kahramanlar hepinizin önünde saygı ile eğiliyorum, öpülesi ellerinizden binlerce kez öpüyorum..bu gerçek kahramanlar aynen meçhul asker gibi ve onların bir başka ve yaşayan ve yaşatan şekli, alçakgönüllü fakat kocaman yürekli insanlardır..
Bu arada yukarıda anlatmaya çalıştığım bu insanlar grubunun gerçek bir örneği, benim kahramanım sevgili babacığım seni anlatmak istedim, ama senin tüm yönlerini ve bıraktığın hatırayı yazmak bu yazıya sığmaz, sen sevenlerinin ve çocuklarının gönlünde her zaman canlı ve sanki biraz sonra işten eve gelecekmişsin gibi beklenen bir babasın..mekânın cennet olsun..huzur içinde uyu...
Tüm isimsiz kahramanlara saygılarımla...
0 Yorumlar