Birden gözlerini açtı..etraf zifiri karanlıktı..bir an nerede olduğunu çıkaramadı..etrafta çıt yoktu, uzaklardan bir deniz hışırtısı duydu birazdan..en az 40 yıldır bıkmadan usanmadan geldiği sahil kasabasındaki şimdi hayatta olmayan ve kasabanın güzel bir yerinde ebedî uykularında olan büyüklerden kalmış ve neredeyse her yerinden doğrudan denizi gören evdeydi..uykusu bitmişti sanki, zaten artık daha az uyumaya başlamıştı ama burada insan daha kolay uyuyor ve uykusunu daha çabuk alıyor diye düşündü..
Uzaktan bir ezan sesi alçak perdeden başladı, köpeklerin bir ağızdan ulumaya başlamadıklarına şaşırdı, demek ezan ile bağırma arasındaki farkı bu hayvanlar bile biliyor diye düşündü..acaba saba makamında mı söylüyor müezzin diye geçirdi içinden;
"Ey badı sabâ yâr ile vuslat ne zamandır"
şarkısı gibi miydi acaba..galiba aynı makam, dedi..
Oysa caminin kadrolu imamı böyle okumuyordu ezanı..ben kalktım sizde kalkın gelin, ne duruyorsunuz zındıklar der gibi bağırarak, sinirli bir şekilde okurdu ezanı Ömer hoca, özellikle de sabahları..tabi köpekler de o başlar başlamaz ulumaya başlar bitirinceye kadar da susmazlardı..sabah ezanında diğerlerinde olmayan bir ek de vardı; namaz uykudan hayırlıdır anlamına gelen..ama bu hoca bağırırken bu pek akla gelmiyordu..
Ezan henüz bitmişti ki hızla geçen bir otomobil sesi duyuldu yoldan , sabahın köründe kimdir acaba diye düşündü..galiba fırıncı olmalı dedi sonra..öyle ya sabah kahvaltısında sıcacık ekmekler, simitler nereden geliyordu ki..biz daha uyurken fırıncı, gece mayalanıp hazırlanan ekmekleri, ateşini yaktığı fırına koyacak, sonra pişirip çıkaracak, kasalarına yerleştirip müşterilerine hazır edecekti..bir gün bile aksatsa, işine gelmese, ya da geç gelse bu kasabada olacakları düşünün..isyan çıkardı belki de..önümüze gelen o hoş kokulu, sıcacık, içi yumuşak dışı sert, kıvamında bir ekmek öyle kolay yapılmıyordu işte..
Derken denizden pat pat pat sesleri gelmeye başladı..bir önceki akşam gün batarken ağlarını denize bırakan balıkçı şimdi onları toplamaya gidiyordu..biz daha uykuya doymadan neler neler oluyor diye düşündü..bizim için sıradan bir gün ama daha ortalık bile doğru dürüst aydınlanmadan bir çok olay başlıyor ve bitiyordu bile..kuşlar cıvıl cıvıl ötüp sabahı ve yeni bir günü neşeyle karşılarken, belki de gece yatağında bir hasta veya yaşlı bir insan hayatına veda etmişti..biz kahvaltı hazırlıklarındayken, bir başka evde cenaze hazırlıkları yapılıyordu belki de..hayat böyle bir şeydi işte..oysa kuşlar da ölüyordu, balıklar da ölüyordu, kediler köpekler de tüm canlılar da ölüyordu ama hayat devam ediyordu..kuş sürüsü, aralarından eksilen arkadaşlarının yokluğunu belki de hissediyor ama şarkılarını söylemeye devam ediyor, tüm diğer canlılar yaşama içgüdüsü ile hayata asılıyor, belki de ölüm nedir az çok bildikleri halde,yaşamak için, başka yapacak bir şey bilmediklerinden olsa gerek beslenme ve çoğalma için ne gerekiyorsa onu yapmaya çalışıyorlardı..yalnızca biz insanlar durumun farkındaydık..yoksa biz de onlardan farksız mıydık.. bizim bildiklerimiz ne kadardı ki..oysa hepimiz her şeyi bildiğimizi sanıyorduk..işin garibi yaş ilerledikçe bildiklerimiz artacağına bilmediklerimiz çoğalıyordu..ama yaşlanınca insan, hiç bir şeye şaşırmıyordu artık..belki tek fark buydu..ölümün daha yakın olduğunu hissettiğin halde ölümden korkun azalıyordu..acaba bu bir teslimiyet mi yoksa bir çeşit bilgelik, yahut ölümü bir çözüm gibi görmeye başlamak mıydı.. Aziz Nesin geldi aklına birden, çocukluğunda sıkı bir dini eğitim almış, hatta çok küçük yaşlarda kuranı ezberleyerek hafız olmuş, büyüdükçe hayatın gerçekleriyle karşılaşarak dini sorgulamaya başlamış, sonunda dini inançlarını kaybetmişti-yoksa bizleri şaşırtmak, düşünmeye zorlamak, her zaman yaptığı gibi kızdırarak uyandırmaya çalışmak için mi böyle söylemişti bilinmez- ve içinden çıktığı daha doğrusu içinden hiç bir zaman çıkamayıp o yüzden uyandırmaya çalıştığı toplumunu dürtmek yolunu seçmişti..ama ömrünün son zamanlarında yine mantığına dayanarak bütün bu çabaların, insanın yaratılışı ve dünyanın düzeninin, gelişigüzel bir şey olamayacağını, insanın çabalarının boşuna olmadığını ve olamayacağını hissettiğini söylemek yürekliliğini de göstermişti..ama ömrünün bu toplumu uyandırıp istediği düzeye yetmeyeceğini de biliyordu kesinlikle..yine de son anına kadar, hatta öldükten sonra bile bu çabalar devam etsin amacıyla vakıflar kurmuş, yorulmadan bıkmadan koşmaya devam etmişti..bu açıdan kuşlara ve diğer tüm canlılara ne kadar benziyor diye düşündü yeniden..tek fark, insan bunun bilincindeydi diğer canlılar bilmeden yapıyorlardı..acaba bilmeden mi diye düşündü yine..onlar da boşuna yaşamadıklarını biliyorlar bence diye son kararını verdi..
Bir anda sabah olduğunu her yerin apaydınlık oluverdiğini gördü..dünya bile saniye sektirmeden rolünü oynuyordu..pastırma yazının son demlerini yaşadığı şu kasım ortası günlerinde havalar ılık, rüzgar hafifçe esiyor, güneş bile kimseyi yakmamaya özen göstererek ısıtıyordu..galiba pastırma da böyle yapılıyordu..bir göçmen tanıdığı, çingene yazı da dendiğini söylemişti bu mevsim parçasına..o da güzel bir isimdi ama pastırma daha iyi oturmuş dedi..
Bu gibi düşüncelerle bir daldan ötekine atlayarak bir sabahı da etmişti işte..artık sıra ondaydı..günü kuşlar gibi özgür ve neşeli mi geçirecek, bir cenaze evindeymişcesine üzgün ve somurtkan mı olup başkalarına da bu havayı aşılayacak, Aziz Nesin gibi bilge ama alaycı mı olacak, yoksa hepsinden birazı olup günler ne getirirse olduğu gibi kabul edip elinden geldiğince olumlu bir şeyler yapmaya, en azından zararlı şeyler yapmamaya, hoş bir sâdâ bırakmaya çalışacaktı..öyleyse kolay gelsin bana, hayırlısı olsun artık dedi ve pencereden seyrettiği durgun deniz gibi önünde uzanıp giden ve şu anda çok sakin olan hayatın yeni bir gününe daha atıverdi kendisini...
0 Yorumlar